Yeter Artık

04/10/2009

Sessizlik – Bekir Coşkun

Filed under: akp,faşizm,Türkiye — yeterartikwp @ 14:49

1 Ekim 2009

Bir sessizlik var…
Hani cıvıl cıvıl kuş sesleriyle çınlayan ormanda, bir silah patlamasıyla başlayan
ani sessizlik gibi…
Bir korku hali…
Bir sinme…
Bir suskunluk…

Sesler kesildi.
En sivri dilliler ortadan yok oldular.
Sivil toplum örgütlerinin önderleri sıvıştılar
Televizyonlarda aykırı haber yok.
Yeni yayın dönemleri açıklanıyor, yorumcular tekdüze, tartışmacılar aynı fikirde…
Gazetelerin man/etlerinde sudan haberler…
Akademisyenler, en heyecanl, aydınlar, muhalefet, siviller, askerler içlerine kapandılar…
Orman sessizle!ti…
Sustu kuşlar…

Bence İstiklal Marşı’mızın
“Korkma…” diye başlaması öyle boşuna değildi.
Telefonda bile konu/maya korkuyor, bir teki dahi dünyaya bedel kahraman
Türk…
Diyelim ki otomobil sohbeti yapanlar bir anda “Ben bu hükümeti de beğenirim doğrusu…” diyorlar durup dururken…
Ve kaporta-boyanın “hükümeti beğenmekle” ne alakası olduğunu düşünürken, içinize telefonun dinlendiği şüphesi düşüyor ve kaportayı-boyayı bırakıp siz de başlıyorsunuz:
“Daha ne yapsın adam?..”

Eğer insanlar; telefonlarının dinlendiği, yatak odalarına kadar girildiği, her an izlendikleri duygusuna kapılmışlarsa… Başlarına bir anda kötü şeylerin geleceğini hissediyorlarsa…
Bu nedenle düşündüklerini
söylemekten, ağızlarını açmaktan korkuyorlarsa…
Dünyanın her yerinde bunun tek ad, vardır:
Faşizm…

Kaynak

30/09/2009

Yılmaz Özdil

Filed under: Türkiye — yeterartikwp @ 00:58

Kaynak

İşsiz baba kendini astı.

İcra geldi, canına kıydı.

12 yaşında hapçı…

Böbreğini sattı.

İstanbul’da bir anne, bakamadığı zihinsel özürlü evladını vurdu, sonra kendini vurdu. Üniversitesi öğrencisi kızın, babasının borçlarını ödeyebilmek için fuhuş yaptığı ortaya çıktı. Oğlunu dershaneye gönderemeyen baba, PTT soymaya kalktı. Çocuk Esirgeme’den kaçan kız çocuğu, bez bebek çalarken yakalandı. Kredi borcunu ödeyemeyen çiftçi, hapse girdi. Töreden kaçan iki sevgili, el ele ölüme atladı. Öldürülen taksiciden 4 lira çıktı.

*

3’üncü sayfa haberleri bunlar.

*

1’inci sayfalar sonuçları yazıyor.

3’üncü sayfa sebepleri.

29/09/2009

Öksüz bir hastalık ve AKP’nin Kahperengi Devrimi

Filed under: akp,Türkiye — yeterartikwp @ 23:47

Kaynak
Kıymet Nadir Bindebir

Atatürk nasıl devrim yaptıysa AKP de öyle devrim yapmak istiyormuş. Haddini bilmemek suç değildir, legaldir, müeyyidesi yoktur. Bunu diyen kültürümün bakanı suç işlememiştir de, kiminle idrar yarıştıracağı hususunda yanlış bir seçim yapmıştır.


AKP’nin sadece sağlık konusunda yaptığı devrimlere (!) bir göz atıverelim;

“Türkiye dünya devlerinin bilmemne üssü oluyor” haberlerine boşverin. Türkiye organ mafyasının ana üssü oluyor.

Batı’da, organ bağışı yüzde 30 civarındadır. İsrail’de dini inanç nedeniyle bu oran yüzde 4’e düşer. Organa ihtiyaçları var.

2009 Nisan ayında İstanbul’da, İsrailli, organ kaçakçısı bir kasap-doktor yakalandı; Zaki Shapira. Bu haber, İsrail basınında bomba gibi patladı.

Kudüs Üniversitesi Hastanesi’nden Michael Friedlaender, Türkiye ile İsrail arasında kurulan “organ köprüsü” konusunda: “Her hafta Türkiye’ye böbrek nakli için giden bir uçak kalkıyor. 300 hastam ameliyat oldu. Bu insanlar önceleri Irak’a giderdi. Artık Türkiye’ye gidiyorlar.” dedi.

2003 yılından bu yana kaybolan çocuklarımızın sayısındaki müthiş patlama malûmunuzdur. Organ çetelerinin eline geçip geçmedikleri bilinmiyor. Bilinen şu ki; çocuklardan alınan organ daha uzun süre dayanıyor ve doğal olarak daha sağlıklı.

Türkiye; AKP döneminde, ilaç şirketlerinin ucuza insan-kobay temin ettiği, 20 yaşında gençleri 200 Lira karşılığında denek olarak kullandığı, en yeni ilaçların ilk kez denendiği laboratuar haline geldi (sadrazam Recep Efendi’nin “En az üç çocuk yapın” tavsiyesinin altında, organ / denek tarlasına malzeme tedariki ve yaşlıların bakımını çocuklarına yıkma arzusu yoksa, ben de birşey bilmiyorum Aziz and Azize okur).  9 yıl önce 24 kişi olan denek sayısı bugün 12 bin.

Tıbbi bakım, parası olana satılacak ticari bir mal değil herkese eşit olarak dağıtılması gereken bir haktır. Fakat, bir ülkede sağlık sisteminin işleyişi, o ülkenin ulusal değerleriyle halkının karakterine göre de şekillenir.

Devletin görevi, halka ahlâki bir taahhütte bulunarak, herkesin yaşama hakkını garanti altına almak, herkese sağlık hizmeti sunmaktır.

Her konuda cehaletinin ve ahlâk yoksunluğunun derecesini bildiğimiz, tüm ulusal değerlerimizi paspas etmiş, Bursa’da acil yardım servislerini bile özelleştirip satmış  AKP hükümetinin, ‘herkese sağlık hizmeti’ gibi ahlâki bir taahhütte bulunması beklenemez.

Tarikatlar ve tarikat medyası eliyle şekillendirilen halkımız, bundan böyle yeşil kartlının dahi katkı payı ödeyeceği, parası olmayana özel hastane kapılarının kapanacağı bir sisteme mahkûmdur.

AKP’nin sağlık konusunda hiç mi olumlu icraatı, devrimi (!) yoktur?

Vardır!

Mesela; emekliler için Antalya’da sağlık köyleri kurdu.

Kamuya ait termal tesisleri bile kaplıca tedavisi, fizik tedavi, rehabilitasyon vs için yaşlıların hizmetine soktu.

Kimin mi? Her yıl Norveç’ten gelecek 25 bin, Almanya’dan gelecek 1 buçuk milyon yaşlının, hastanın.

Sağlıkta Dönüşüm deyip Türk vatandaşına termal tedaviyi kısıtladı amma, hakkını teslim etmek lazım, Norveçli ve Alman hastalar için AKP sağlıkta gerçekten devrim yaptı.

AKP dönemi öyle öksüz kaldığımız bir dönem ki; çocuk sahipsiz, gencin yüzde 32’si işsiz,

Yaşlılar ödeme güçlüğü yüzünden huzurevlerinden atılıveriyor,

Hasta parasızlıktan tedavi olamıyor, ilacını alamıyor,

Emeklinin ömrü ucuz halk ekmek kuyruklarında tükeniyor,

esnaf, memur, işçi, aydın, her kesimden insan, tarikatlara kapılanmamışsa eğer, kendisini sahipsiz, öksüz hissediyor.

Bu öksüz dönemde bir de hastalığın ‘öksüz’üne yakalanmışsan halin yaman.

ALS (Amiyotrofik Lateral Skleroz) öksüz bir hastalık. Stephen Hawking en ünlü ALS hastası. Seyrek görülen hastalık olduğundan ilaç şirketleri tedavi araştırmasına yatırım yapmıyorlar. Öksüz hastalık denmesi bundan.

Hayatta kalabilmeleri, akülü tekerlekli sandalyeye, cihazlara bağlı.

ALS hastası dostum Dr. Alper Kaya, cihazlara bağlı nefes almayı bakın nasıl anlatmış;

“Kulağımda güç kaynağının sinyal sesi, gözlerimin önünde kasvetli bir hava, aklımda elektrik kesintisinin ne kadar süreceği vardı. En son elektrik kesildiğinde güç kaynağım 3 saat idare etmişti. Üç saatin sonunda akülerim imdat sinyalini verdiğinde nasıl olduysa elektrik gelmişti. Kafamda düşünceler… Bu kez elektrik üç saatte gelir mi? Akülerimi uzun zamandır değiştirmedim. Keşke paraya kıyıp 8 tane akü alsaydım. Ventilatör dursa da kendim 1-1 buçuk saat nefes alabilirim ama ya bronş sekresyonu olursa? Asansör de çalışmıyor. 112 acil servisi şimdiden arasam mı? Yoksa fazla mı vesvese yapıyorum?”{₁}

ALS hastalarının kullanmak zorunda olduğu akülü sandalyenin fiyatı 5 bin YTL’den başlıyor. Sağlığımın bakanlığı bunun sadece bin 700 YTL’sini ödüyor. Oysa 10 bin, 20 bin Liralık akülü sandalye, ALS hastasının hayatta kalma şansını büyük oranda artırıyor.

İhtiyaçları bu akülü sandalyeyle bitmiyor elbet. Başka cihazlara da gereksinim duyuyorlar. Fakat Norveçli ya da Alman olmadıkları için sağlığımın bakanlığından ayrıcalıklı bir muamele göremiyorlar.

Akülü sandalyeyi alamayacak durumda olanlar için aralarında para toplayıp, dayanışarak birbirlerini yaşatmaya çalışıyorlar.

Ölüme ve paraya tapınan, hukuk tanımayan, sadece allaha hesap vermesi gerektiğini düşünen moron zihniyet tarafından yönetildiğimiz sürece, üzerimizde devletin koruyucu kanatları yok. Hepimiz öksüzüz. Ama ALS hastaları hepimizden daha öksüz.

Sağlık alanında yaptığı devrimler (!) arasında;

Açık Öğretim mezunu, doktor dahi olmayan bir adamı ayda 5 bin Dolar maaşla Kuş Gribi Koordinatörü (ne demekse) atamak,

Sigara içen vatandaşın cebinden pakedi çıkartıp “İçme şu zıkkımı” demek olan AKP devrim yapıyorsa, adına Kahperengi Devrim denilsin.

AKPliler ve TBMM’de olmaması gereken bazı gruplar, kendilerini halktan farklı ve üstün sanmakta o kadar ileri gittiler ki; “TBMM üyelerinin organ nakline ihtiyaç duyması halinde, doku uyuşması tesbit edilen vatandaşın her türlü organı, rızasına gerek kalmadan alınır ve TBMM üyesine nakledilir” içerikli bir yasa tasarısıyla karşımıza çıkarlarsa şaşırmayacağım.

ALS gruplarına ait linkleri aşağıda verdim. Sağlığımın Bakanlığı belki bir göz atar da, bu insanların kendi ülkelerinde, neden Norveçli, Alman hastalar kadar ihtimam göremediğini açıklar.

TBMM’nin sağlık harcamalarının neden sürekli artış gösterdiğini “Çok çalışıyorlar da ondan çok hastalanıyorlar” diye açıklayan makamlar, bakımları tamamen ailelerinin üzerinde olan ALS hastalarının akülü sandalye bedelinin  neden tamamının ödenmediğine de açıklama getirirler herhalde.

Kıymet Nadir Bindebir prostat olmuş

Demek öyle Aziz and Azize okur!

Demek bunca yıl ve resimden sonra “Kıymet Nadir prostat olmuş” deseler inanacaksınız. Siz bilirsiniz.

Bagimsizgundem.com da da yazmaya başladım. KONUK YAZARLAR bölümünde Hamdullah Efendi’nin Amerika Sergüzeşti yazıma da beklerim.

{₁} http://www.als.org.tr/yazar.asp?yaziID=110

http://picasaweb.google.com/turkals/21HaziranDunyaALSMNHGunuIstanbul09#

http://www.facebook.com/group.php?gid=6360237054

13/09/2009

Seyyar hoca Kıymet Nadir Bindebir’den faideli fetvalar

Filed under: akp,Türkiye — yeterartikwp @ 13:37

Kaynak

Malûmunuz, geçende fetva makamına ‘Makattan lavman yapılırsa oruç bozulur mu (hojam)?’ suâli tevcih edilmişti.

Bendenizde bu derin mevzunun ‘Bağırsakların emeceği su miktarına bağlıdır’ şeklinde muğlâk bir izâhatla geçiştirildiği kanaatı hâsıl olunca, niyet ettim niyet eyledim güncel mevzularda ehl-i müselmânı tenvir edecek fetvalar neşretmeye.

Niyet habis ise de lisan selimdir. Ailecek okunabilir.

-Validebağ Devlet Hastanesi’nin arazisini (rant için) satıp, geceyarısı yatan hastayı apar topar taburcu etmek, serum şişesi takılı vaziyette evine göndermek orucu bozan hallerden değildir.

Lâkin, protesto eden hasta yakınlarından yüzünüze tüküren olursa ve bu tükürük ağız ya da burun deliklerinizden içeri girerse orucu sakatlar. Bu hususa dikkat etmek lâzım gelir.

-Yandaşlarına rant sağlamak, arazi açmak için Kaz Dağları Milli Parkında 180 hektar ormanda onbinlerce ağacı yaktırmak, yine arazi rantı için köprü yapmaya kalkıp İstanbul’da 50 bin ağacın kesilmesi talimatını vermek orucu bozan hallerden değildir.

Kibriti çakanın orucu bozulursa da azmettirene müeyyidesi yoktur. Lâkin, yangının dumanı genzinizi yakacak kadar içinize kaçarsa orucu sakatlar. Orman yakılabilir fakat dumanı içeri çekmemek lâzım gelir.

-Resmi evrak-form vs doldururken MESLEK hanesine Tarikat Şeyhi yazmak orucu sakatlayan ya da bozan hallerden değildir. Bunda yalan yoktur. Tarikat Şeyhi olarak hayatını namusuyla (!) kazanan yüzlerce insanımız vardır. Lâkin, şeyhin orucu, üzerinde kuluçkaya yattığı altınların, paraların vergisini vermeye kalkarsa bozulur.

O takdirde, kefâret gerekir. Yani 60 gün oruç  artı 1 gün kazası tutulur. En sevilen sahabenin ruhuna mevlit okutulur (http://www.ensevdigimsahabe.com).

-Yedi yıldızlı oteller kurup ‘Bu parayı nereden buldun’ diye soranlara ‘Halıcıda tezgâhtarlık yaptım’ diye açıklamak orucu bozmaz. Bir gün bile halıcıda tezgâhtarlık yapılmış olsa kâfidir. Yalan olmaz. Allah herşeye kadirdir.  ‘Yürrrrüü!’ diyeceği kulunun karşısına Rus mafyasını bile çıkartıp zenginleşmesine vesile edebilir.

Lâkin, aynı şahıs “Güneyde ‘her şey dahil’ sistemiyle çalışan otellerin yüzde 90’ı içkinin içine katkı maddesi koyuyor, müşteriye sahte içki içiriyor” diye ihbar edip, siyasetçilere ülke çapında sahte içki yakalama operasyonları düzenletirse orucu sakatlanır.

Hele ki; Antalya’da yapılan denetimlerde 5 bin 111 şişe sahte içkinin 2 bin 270’i halıcılıktan (!) zengin ihbarcının Beldibi, Tekirova, Belek’teki yedi yıldızlı otellerinde yakalanmışsa orucu bozulur.

Telafisi için kefâret yetmez. Bir yıl boyunca, her ay 50 ‘akşamcı’yı otellerinin 5000 dolarlık odalarında ‘herşey dahil-bedava’ misafir etmesi lâzım gelir. Ol otel sahibinin (ki adını ve otellerinde tatil yapan nitelikli dolandırıcılık çetesini her daim meymenetle zikretmeliyizdir) iftarda orucunu içkiden kazandığı parayla açması câizdir. Lâkin, hurmayı o parayla almasın. Hurma için helâl süt emmiş birinden borç alsın.

-Bakanlar Kurulu (*) kararıyla;

‘(30.11.2009 tarihine kadar geçerli olmak üzere, 4760 sayılı Özel Tüketim Vergisi Kanununa ekli (II) sayılı listede yer alan) 18 gros tonilatoyu geçmeyen yolcu ve gezinti gemileri, yatlar ve diğer eğlence ve spor tekneleri; kürekli kayıklar ve kanolara uygulanacak özel tüketim vergisi oranını  yüzde 6,7’den yüzde 0 (sıfır)’a indirmek,

Yine, ‘(30.11.2009 tarihine kadar geçerli olmak üzere) 18 gros tonilatoyu geçmeyen yolcu ve gezinti gemileri, yatlar ve diğer eğlence ve spor tekneleri; kürekli kayıklar ve kanoların tesliminde yüzde 18 olan KDV oranını yüzde 1’e indirmek orucu bozan hallerden değildir.

Yat, gemicik, tekne vs almak isteyen takva sahibi müminleri kollamak câizdir. Lâkin, o yatlarla teknelerle gezinirken sâhildeki bikinili kadınlara nazar eylemek orucu sakatlar. Ağıza,  buruna deniz suyu kaçırılmamalıdır. Tuzlu su orucu bozar, hem kazâ hem kefâret lazım gelir.

-‘Makattan lavman yapılırsa oruç bozulur mu?’ sualine gelince;

Bakınız geçen gün AKP Genel Başkanı muhterem ikaz ettiler; “Gençlerimizde sulu – kuru her türlü kötü alışkanlık var” buyurdular.

Burada zikrettikleri kötü alışkanlıkların sulusu lavman, kurusu kolonoskopidir.  O cihetle, lavman ya da kolonoskopi sırasına zevk alınıyorsa, nefis kabarması hûsûle geliyorsa orucu bozar.  Gûsül abdesti almak lâzı…

Nee? Sulu-kuru o değil mi?

Nasıl yani?

E ben şimdi yanlış mı anladım muhteremi?

Yani makatımla mı dinlemiş oluyorum  bu zâtın konuşmalarını?

Yapmayın yaa!!

Tuh be!!

Şu İncirlik’te misafir (?!) edilecek 100 bin Amerikan askerinin ‘açılım’la bağlantısı var mıdır anlatırsa doğru organımla dinleyeyim bari.

(*) 22 Temmuz tarihli, 27327 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 2009/15315 sayılı Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) ve Katma Değer Vergisi (KDV) indirimlerini içeren Bakanlar Kurulu kararı.

05/06/2009

Gül’ün Ermeni Seyir Defterinden

Filed under: gül — yeterartikwp @ 07:57

Behiç Kılıç

18 Nisan 2009

Kaynak: http://www.ilk-kursun.com/2009/04/gulun-ermeni-seyir-defteri/

Yıl 1993… Özal’ın vefatı sonrası… Devrin Başbakanı Demirel, cenaze törenine Ermeni devleti temsilcilerini de davet etmişti…
Bu duruma, o dönemin yükselen yıldız politikacılarından biri, ateşli bir biçimde karşı çıkmıştı…
Konuşmasıyla tüm Türk milletini heyecanlandırmış, takdir toplamıştı bu dinamik politikacı… Şöyle diyordu Demirel’i ve hükümetini hedef alarak;
“Hükümet, bu politikasıyla, geleceğimizi gerçekten ipotek altına almıştır ve öyle ipotek altına almıştır ki, Ermenistan Cumhurbaşkanı, Türkiye Cumhurbaşkanının cenaze merasimine katılma cesaretini göstermiştir. …Sizin yüzünüzün ne kadar yumuşak olduğunu bildiği için cesaret bulmuş ve Türkiye’ye gelmiştir. Siz bana bir ülke gösterin ki, kardeşleriniz savaş halinde olacak, kardeşleriniz katledilecek ve onlar katledilirken, ‘Bunun müsebbibi Türkiye’dir’diye demeçler verecek; o kardeşlerimiz katledilirken, ‘Avrupa’nın haritaları bellidir, yerine oturmuştur; fakat Ortadoğu’nun, Asya’nın haritaları nihai şeklini almamıştır’ diye açıklamalar yapacak; Kars’ın, Ermenistan toprağı olduğunu iddia edecek, bütün bunlardan sonra o adam Türkiye’ye gelecek ve siz de elini sıkacaksınız..”
Bu milliyetçi muhafazakar vatanseverin kim olduğunu hemen belirtelim…
Abdullah Gül…
Tekrar edelim tarih 1993…

Göstere göstere
Tabii aradan sular aktı gitti, geldik 2009 yılına… Değişim gelişim ve işte o nokta…
Abdullah bey Türkiye’nin önüne düşmüş vaziyette Ermeni sınırını geçiverdi…
Üstelik 1993’deki Karabağ daha da kapkara bir durumda öyle orada durup dururken!..
Kendilerinin bir milli maç vesilesi ile yaptığı Erivan gezisi vardır biliyorsunuz.. Tabii en çok Azeri kardeşlerimizi yaralayan o gezi sırasında, en doğru tahlili yapanlardan birisi de Iğdır 1. Dünya Harbinde Ermeni Çetecilerin Katliamına Uğramış Mağdurlar Derneği Başkanı Cafer Zor olmuştu.. Zor, “Bu ülke, bugün halen ulusal sınırlarımızı tanımamakta direnmektedir. Ecdadımızı kendilerine karşı soykırım uygulamakla suçlamakta ve devletimizden toprak talebinde bulunmaktadır. Azerbaycan topraklarının yüzde 20’sini işgal etmiştir. Bu ziyaretin Ermenilerin, Azerbaycan topraklarına karşı uyguladığı işgale meşruiyet kazandırmasından endişe ediyoruz. Bu ziyaret Ermeni tezlerini güçlendirecektir. Bir adım sonra, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin önüne Sınır Kapılarının Açılması dayatmasının konulmasından endişe ediyoruz” demişti…
İşte buyrun!..

Değişimin tırmanışı
Gazeteci Selda Öztürk Kay, Yeniçağ’da, Gül’ün Ermeni meselesi ile ilgili çeşitli tarihlerde verdiği demeçlerini de yansıtan bir yazı kaleme almıştı.. Bu yazıdan alarak biz de Gül’ün periyodlarını hatırlayalım dedik..
İşte durum…
“(Dışişleri Bakanlığı Şehitlerinin anıldığı törende-2004): Ümit ediyorum ki sözde soykırım davalarını kendilerine politika görenler, bu terör olaylarını hatırlarlar, bugün sempati duyduğu bazı grupların aralarından nasıl teröristler çıkardığı, üstelik de en medeni geçinen ülkelerde bu terörleri nasıl icra ettiklerini hatırlar ve bu oyunlara gelmezler.
(Gazetecilere yaptığı değerlendirme-2005): Ermeni meselesi bizim canımızı acıtacaktır, acıtabilir. Bunun için daha gerçekçi bir çalışma içindeyiz. Daha sonra da bazı süreçlerin meydan okuyarak üstesinden geleceğiz.
(Dışişleri Bakanlığı bütçesi görüşmeleri sırasında-2006): Ermeni ithamlarını ve bu tahrifatın 3. ülkelerle olan ilişkilerimizi bozma tehlikesini, önümüzdeki 10 yılın en önemli meselelerinden biri olarak görüyorum. Yargı yoluna gitme dahil her şeyi düşünüyoruz.
(Cumhurbaşkanı sıfatıyla Azerbaycan Milli Meclisi’ne hitap ederken-2007): Ermenistan’ın bir yandan Türkiye’ye karşı hasmane davranışlar içinde bulunmasının, bir yandan da Azerbaycan’ın topraklarını işgal altında tutmasının bugünkü durumun sebebi olduğunu artık tüm dünya görmelidir. Ermenistan 1915 olaylarının yorumlanmasını başka ülkelerin parlamentoları nezdinde takip etmeyi sürdürdükçe, ilişkilerin normalleşmesiyle ilgili bir gelişme beklenmemelidir.
(Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’ın daveti üzerine Köşk’ten yapılan açıklama-2008): Anılan maç, sportif bir karşılaşmanın ötesinde, önemli fırsatlar sunan bir anlam taşımaktadır. Bu maç vesilesiyle yapılacak ziyaretin bölgede yeni bir dostluk ikliminin oluşmasına katkıda bulunabileceği düşünülmektedir. ”
Ne demiş büyüğümüz; “Dün dündür…”

05/05/2009

Gerçekten Aklım Almıyor – Emre Kongar

Filed under: akp,ergenekon — yeterartikwp @ 17:18

Kaynak

Öyle bir ülke düşünün ki:

30 yıldır terörle mücadele ediyor…

Binlerce şehit ve gazi veriyor…

Ama terörle mücadele edenler içerde…

Teröristlerin, itirafçıların, yurtdışında yaşayan katillerin iddiaları manşetlerde…

***

Öyle bir ülke düşünün ki:

Yüz yıldır eğitim atılımı yapmaya çalışıyor…

Ama üniversite kuranlar, rektörler, profesörler içerde…

Eğitime adanmış sivil toplum kuruluşları sorumluları içerde…

Ama bunlar hakkındaki yargısız infaz kararları manşetlerde…

***

Öyle bir ülke düşünün ki:

Anayasa Mahkemesi’nin on bir üyesinin on tanesinin kararıyla ülkeyi yöneten parti “laiklik karşıtı eylem ve söylemlerin odağı” olarak hüküm giymiş ve ceza almış…

Ve Anayasa Mahkemesi Başkanvekili, bu partinin iktidarı tarafından şüpheli olarak takip ediliyor, dinleniyor…

***

Öyle bir ülke düşünün ki:

Anayasasında “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti” yazıyor…

Ama barolar, akademisyenler hukuk devletinin korunması için bildiri yayımlamak zorunda kalıyor…

***

Öyle bir ülke düşünün ki:

Bütün devlet görevlileri arasında sadece savcılarını “Cumhuriyet Savcısı” diye nitelemiş…

Ama Anayasa Mahkemesi Başkanı hukuk devleti ihlalleri konusunda savcıları göreve çağırmak zorunda kalıyor…

Ve Anayasa Mahkemesi Başkanvekili kendine yapılanları “iğrenç, sinsice ve kalleşçe” olarak niteliyor…

***

Öyle bir ülke düşünün ki:

Anayasasında bireyin temel hak ve özgürlüklerinin güvence altında olduğu yazıyor…

Ama bireyin en temel hakkı olan özel yaşamın gizliliği kamu görevlileri tarafından ihlal ediliyor…

Ve özel telefon konuşmalarının tutanakları, kişilerarası sohbetlerin ortam dinlemeleri manşetlerde dolaşıyor…

***

Öyle bir ülke düşünün ki:

Uluslararası dolandırıcılıktan hüküm giymiş olanları ve bunların suç ortağı olduğu iddia edilenleri soruşturmuyor…

Ama meşru zeminde iktidara siyasal alternatif arayanları şüpheli sayıyor, hatta içeri atıyor…

***

Öyle bir ülke düşünün ki:

Köylüsü de kentlisi de, lise mezunu da İmam Hatiplisi de başbakan, cumhurbaşkanı olabiliyor…

Ama iktidara gelenler demokrasiyi ve hukuku sadece kendileri için istiyor…

***

Öyle bir ülke düşünün ki:

Sorunlar çözülmüyor, tam tersine sürekli ağırlaşıyor…

Ama hem kendi anayasasını ihlal ediyor…

Hem en değerli evlatlarını yiyor…

Hem de medyanın önemli bir bölümü bütün bunlara alkış tutuyor…

***

Bu ülke benim ülkem olabilir mi?

Bu ülke Türkiye Cumhuriyeti olabilir mi?

Gerçekten aklım almıyor!

26/04/2009

Liseli kızlara “koca” telaşı!

Filed under: akp,Türkiye — yeterartikwp @ 15:33
Tags:
Ruhat Mengi
Yazara ulaşmak için : rmengi@gazetevatan.com
Increase text size

Bu işler önce din eksenli kutuplaşmalar, sonra toplumun ikiye bölünüp çatıştırılması, radikal dinci-İslâmcı (din devleti isteyen) yönetimlerin devleti ele geçirmesi ve devletle toplumun önemli kurumlarını dönüştürmesi, arkadan da toplumsal ve kişisel yaşam kurallarının dönüştürülmesi ile “adım adım” yürüyor.

Her Müslüman veya “Müslüman çoğunluklu” ülkede (eğer devrimle, ihtilalle yapılmamışsa, krallık/diktatörlükle yönetilmiyorsa, özellikle de göstermelik bir “demokrasi”ye sahipse) İslâm devletine, şeriat kurallarıyla yaşama böyle geçiliyor.

Kısa süre önce Amerika’daki gelişmeleri yerinde takip eden, iyi bilen Mehmet Ali Bayar’ın: “ABD ‘ılımlı’ denilen Pakistan’ın da Taliban’ın eline geçmek üzere olduğunu görünce Türkiye için telaşlanmaya başladı zira Türkiye şu anda dünyada laik-demokratik yönetime sahip, şeriata kaymamış tek Müslüman ülke olarak kaldı” sözlerini yazmıştım.

Bugünün haberi: Pakistan’da tüyleri ürperten Taliban gerçeği… Aşırı dinci örgüt neredeyse ülkenin tamamını kontrol altına aldı. Taliban, kararlılığını “ABD onbinlerce kilometre uzaktan gelip kadın askerleriyle bizi mi korkutacak” açıklamasıyla gösterirken Amerika “Taliban’ın nükleer silaha sahip Pakistan hükümetini ele geçirmesi”nin korkusu içinde…

İşte ABD’nin Afganistan’da kendi başlattığı oyun kısa sürede böyle küresel tehlike yaratacak boyuta gelebiliyor ve “ılımlı İslâm” denilen ülkelerin şeriatçı terör örgütlerinin eline geçmesi hiç de zor olmuyor.

Kilit nokta; “adımların başlatılması”… Bir kez başladı mı, hep kadınlar üzerinden, mümkün olduğunca çok kadını türbana-çarşafa sokarak, küçücük kız çocuklarını bile kadın sınıfına alarak köktendinci, gerici akımın yürürlüğe konması gerçekleştirilebiliyor. Daha sonra da ele geçirilen özel ve devlet kurumları ile yaygınlaştırılması ve toplumun “şiddet” yöntemiyle korkutulup sindirilmesi geliyor.

İkinci adım ise mevcut devlet gücünü “her fırsatı aleyhine kullanarak” tüm birimleriyle zayıflatma oluyor ki bunu da birçok ülkede “aydın” desteğiyle kolayca sağladıkları deneyimlerle sabittir. (Bugün bizde de birçok gazeteye, TV’ye baktığınızda gözlerinize inanamadığınız, tüm gerçekleri saptıran konuşmalar, açıklamalar görebilirsiniz.)

Türkiye’de dikkatler başka konulara çekilir, millete adeta çelik-çomak oynatılırken gözden kaçan hızlı bir değişim yaşanmakta. Bu değişimin, birtakım akademisyenlerin dediği gibi “Müslüman kimliğimizle barışmak”la filan ilgisi yok. Türk toplumu bu iktidar gelene kadar dinine küsmüştü de şimdi mi barıştı veya din, ibadet şimdi mi aklımıza geldi? Saçmalığın daniskasından, milleti budala yerine koymaktan başka bir şey değildir bu tür yorumlar ve zaten yapanların da “iktidarı takdir eden, destekleyen” akademisyenler olduğu bilinmektedir.

MİNİK KADINLAR!

Olay tamamen çocuk ve kadınlardan başlayarak toplumun “anlayışını, bakış açısını” değiştirmektir. 23 Nisan’da (birden fazla okulda) türbanlı kıyafet giydirilen anaokulu öğrencileri vardı ki bu da artık nadir rastlanan bir durum değil. Eskiden genç kızlar aile, ağabey/baba zoruyla tesettüre sokulurken şimdi “baskıyla yapılıyor” denmesin diye tesettür yaşını 6-7 yaşa indirdiler, bu görüntüler de normal sayılır oldu.

Kur’an’da “küçük kız çocukları da kadın sayılsın, çocuklara başörtüsü, türban takılsın” diye bir ifade mi var?

Tecavüz olaylarına bakın; önce evlenme yaşını 15’e indirmeye çalıştılar ki 15 yaşındaki kızlar “yetişkin” sınıfına girsin, cezalar azalsın, bu olmayınca “ruh sağlığı” saçmalığının arkasına sığınır oldular. Ve son haber; “Çanakkale’de tam 37 kişi 14 yaşında kız çocuğa tecavüz etti”…

Yaptırımı ortadan kaldırarak bu ahlaksızlığa, vahşete imkan yaratanların amacı ne?

Dün de Milli Eğitim Bakanlığı’nın Lise ve Ortaokullar Yönetmeliği’nde lise öğrencilerinin nişanlanmasına izin veren kararı gazetelerde “Öğretmenim beni kocaya gönder” esprileriyle yer aldı.

Eğitimde bu kadar geri kalmış, bin eksiği olan bir ülkede kala kala liseli kızların nişanı, evlenmesi mi eksik kalmıştı ki acele (uzmanlar “çocukları ve aileleri özendirici olur” derken) bunu değiştirdiler?

Bütün mesele önce 15 yaşındaki çocuklara “kadın gözüyle bakılmasını”, sonra da okulu bitirir bitirmez evlenip eve kapanmalarını, AKP’nin (vitrinler dışında neredeyse) tüm bakan ve milletvekili eşleri gibi çalışmamalarını sağlamaktır.

Milli Eğitim Bakanlığı’nın kararı imzalanan uluslararası sözleşmelere de, Medeni Kanun’a da aykırıdır.

Ülkedeki değişimlere sessiz kalan sivil toplum kuruluşları ve toplumun kendisi, gerçeği fark ettiklerinde çok geç olacak.

Bakın daha neler duyacaksınız!

23/04/2009

23 Nisan

Filed under: Türkiye — yeterartikwp @ 14:19

Yılmaz Özdil’den Türk çocukları ile dünya çocuklarının sahip oldukları arasındaki farklara dair çarpıcı gerçekler

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/11494162.asp

Metrobüs Rezaleti

Filed under: ibb,kadrolaşma — yeterartikwp @ 14:00

İş bilmeyen adamı kayırarak mevki sahibi yapmaktan ne zaman vazgeçeceğiz. Her biri 2.4 milyon TL’ye Hollanda’dan ithal edilen Phileas marka çift körüklü otobüsler İstanbul’un yokuşlarla ve yoğun yolcu trafiği ile baş edemeyerek bakıma alındı hem de 2003’te uzmanlardan oluşan bir heyetin raporunda bu araçların İstanbul için uygun olmadığı belirtildiği halde.

Yazık değil mi bu araçları almak ve şimdi de daha kullanılamadan bakımlarını yapmak için cebimizden çıkacak paralara??? Kim bilir kimler zengin oldu bu otobüslerin alımında?

19/04/2009

Dava… Duruşma… Ve Değişim!

Filed under: Uncategorized — yeterartikwp @ 11:23

Kaynak

Emre Kongar
18 Nisan 2009

Bir sabah uyanıyorsun ki, hakkında bir dava açılmış…

Oysa dava konusu olacak hiçbir şey yapmamışsın…

Gönlün rahat…

Vicdanın temiz…

***

Daha önce başkalarına haksızlık yapıldığını duymuşsun…

Seni ilgilendirmediği için gözlerini kapatmış, kulaklarını tıkamışsın…

Zaten başkalarına dava açılmasının mutlaka bir nedeni de olmalıydı; yoksa niye dava açsınlardı, değil mi?..

Ama senin için hiçbir neden yok…

Mutlaka bir yanlışlık var…

***

Bir duruşmaya katılıyorsun…

Gönlün rahat…

Vicdanın temiz…

Suç işlememişsin ki…

Her soruya açık yüreklilikle ve dürüstçe yanıt veriyorsun…

Seninle ilgili mutlaka bir yanlışlık var…

Ne kadar açık yürekli, ne kadar dürüst olursan yanlışlık o kadar kolay ve çabuk anlaşılır…

Fakat sorular bir garip…

Soruşturmanın gittiği nokta tehlikeli…

Tanıdıkların…

Tanıdıklarının tanıdıkları…

Tanıdıklarının tanıdıklarının tanıdıkları…

Tanıdıklarının tanıdıklarının tanıdıklarının yaptıkları, söyledikleri…

Yaptıkların ve yapmadıkların…

Duyguların ve düşüncelerin…

Görüştüklerin ve görüşmediklerin…

Yavaş yavaş etrafında bir ağ örülüyor:

Sen de artık bir suçlusun…

***

Bu tam bir karabasan…

Gerçek olamaz…

Bu, senin başına gelemez…

Daha önce başkalarına da olduğu öne sürülmüştü…

Ama mutlaka onların bir suçu vardı; yoksa niçin dava açılsındı değil mi?

Oysa sen masumsun…

Ama bir türlü anlatamıyorsun…

Yavaş yavaş fark etmeye başlıyorsun ki, masumiyetini anlatamayan herkes suçludur!

***

Bir sabah uyanıyorsun ki, bir böcek olmuşsun…

Etrafında olup bitenleri görüyor, konuşulanları duyuyorsun…

Ama çevrendekiler seni insan olarak algılamıyor…

Sen onlar için artık sadece bir böceksin!

***

İşte o zaman anlıyorsun davanın ve duruşmanın amacını:

Amaç seni değiştirmek…

Dönüştürmek…

Vatandaşlığını, haklarını, hukukunu, insanlığını, gururunu, haysiyetini, kişiliğini elinden almak…

Böcekleştirmek…

***

Bu bir süreç…

Başlangıcı Kafka’dan:

Dava.

Devamı Dürrenmatt’tan:

Duruşma Gecesi.

Noktayı koyan yine Kafka:

Değişim!

Demokrasiden faşizme…

Vatandaşlıktan kulluğa!

İnsanlıktan böcekliğe!

Sonraki Sayfa »

WordPress.com'da ücretsiz bir web sitesi ya da blog oluşturun.